Amed İKK'dan Sur taşlarının çalınması ile ilgili basın toplantısı

18 Aralık, 2019
7177
Amed İKK'dan Sur taşlarının çalınması ile ilgili basın toplantısı






BASINA VE KAMUOYUNA 

Ben kâbuslar gördüm ancak siz onları gerçek kıldınız. Kafka yüz yıl önce bunu söylemişti ve şuan bizler bu kâbusu birlikte yaşıyoruz.

Son dört yılda özelde binlerce yıllık tarihe sahip Sur kenti ve genel olarak da bir bütünen coğrafyamız bir çok kötülük gördü. Özetle Hukuksuzluk, adaletsizlik, yıkım ve kırım..

tüm bunların sonucunda da cezasızlıkla adeta ödüllendirme durumu yaşandı. 

Bu sürede kültürümüze, Kentimize, çevremize, doğamıza, Kültürel ve doğal miraslarımıza dönük çok büyük boyutlu saldırılar gerçekleşti. Özellikle kentsel sit alanı olan Sur ilçemizde tarihi, tescilli yüzlerce yapı tanklarla, toplarla dövüldü ve sonrasında da alana giren ilgili ilgisiz kurumlar tarafından yıktırıldı. Sur'u toledo yapma macerası da başlamış oldu.

Bu binlerce yıllık döneme tanıklık eden tarihi değerdeki yapı kalıntıları devlet kontrolünde Dicle üniversitesi arazisindeki Dicle nehri kenarına, molozlarla birlikte çöp yığınları şeklinde toplatıldı ve şu an görülüyor ki birilerine peşkeş çekilmiştir.

Sonrasında Sur ilçesinde yeni yapılar için Ankaradan getirilen Sura yabancı yandaş mimarlarca Sur'un tarihi dokusuna uygun olmayan, usulsüzce projeler yaptırılıp yapı ruhsatları alındı. Yine aynı şekilde dışarıdan yandaş firmalar ve şahıslara bu yapım ihaleleri verildi. Projelerin uygulanmasıyla birlikte Sur mimarisine, Sur'un tarihi dokusu ile alakası olmayan bazalt makyajlı cezaevi tipinde beton yapılar ortaya çıktı. Yaptıklarını ellerine yüzlerine bulaştırdılar. Ve şu an Sur'un bu bölgesi büyük bir enkaz yığını şeklinde ortada durmaktadır. 

Tüm itirazlarımıza rağmen kültürel değerlerimize Ankara merkezli yıkım operasyonlarıyla Sur kenti tarihinin en büyük ihanetini yaşadı. Bu yıkımı ve kırımı durduramadığımız için tarih bizleri de kara sayfalarına işlemiş oldu.

Bu gerçekleşen yıkımlara karşı her ne kadar hukuk mücadelesi vermiş olsak da maalesef hukuk da yıkım tarafında yerini aldı ve hiçbir mücadelemizde bize güç katmadı, hep karşımızda durdu. Yani hukuk mücadelesi de cezasızlık ile sonuçlandı ve bu cezasızlık durumu artık kanıksanmış oldu. 

Şöyle ki; 

*Ağır tonajlı iş makinelerinin yıkım için kentsel sit alanı Sur’a girişine izin verenlere karşı dava açtığımızda, sorumlulara vaktinde ceza verilseydi,

-Ağır tonajlı beton bloklar ve güvenlik kulübeleri Sur içine yerleştirilmezdi.

*Aykırı bir biçimde hazırlanan koruma amaçlı imar planı değişikliklerine itiraz ettiğimizde değişiklik iptal edilseydi,

-Keçi burcuna tuvalet yapılmasına cesaret edilemezdi ve bedendeki o pislik orada halen durmazdı.

*Sur içerisinde aykırı mimari proje uygulandığı zaman itiraz ettiğimizde karar iptal edilseydi,

-Usulsüzce yapı ruhsatı alınmasına cüret edilemezdi.

*Fiskayada millet bahçesi yapmak amacıyla surlara zarar verenlere vaktinde ceza verilseydi,

-Surlardan taşların sökülüp satılması trajedisi bugün yaşanmazdı. 


Görüldüğü üzere cezasızlık durumu bazılarını suç işlemeye teşvik ettirmiş ve bazılarını da yeni suçlara yönlendirmiştir.

Son günlerde basında yer alan surlardan taşların sökülüp satılması ve yıktırılan tarihi evlerin malzemelerinin traktörlerle satılması tüm bu yıkım sürecinin sonucu olduğunu unutmamak gerekir. Yani tarihi surda bu dönemde yaşanan yıkım ve kırım sonucunda değersizleştirilen kültürel miras algısı bazılarına da bu taşların bu şekilde ticarileştirilmesini meşru hale getirmiştir. Tarihi değerlerin bu şekilde ticaret malzemesi olarak kullanılması trajiktir ve kabul edilebilir değildir. 

Tarihi Sur yıkımı sonrası bu değerli yapı elemanlarının bulunduğu moloz alanına basın dahi kimsenin alınmamasına rağmen birilerinin sanki kendi başına bu taşları sattığı algısı doğru değildir. Yani suçlu sadece gözaltına alınan iki kişi değildir bu süreci yaratanlarda en az o kadar suçludurlar. Surdaki bu yıkımı gerçekleştirenler bellidirler illa suçlu aranacaksa suçlular yerlerinde oturmaktadırlar. Yargının bu noktada devreye girmesini bekliyoruz.

Tarih de bize göstermişti ki devletler/iktidarlar kendi dönemsel tarihleri için insanlığın ortak miraslarını ve kendilerinden önceki tarihi kolay bir biçimde harcayabilmektedirler. 1930’larda dönemin Diyarbakır valisi Faiz Ergun'un talimatıyla Sur içi hava alsın diye Dağ kapı bölümünü dinamitleyip yıkıldığı bilinmektedir. Yine aynı dönemde sözlü anlatılara göre; surlar gayri müslimler tarafından yapılmıştır, değersizleştirilmelidir ve hatta yıkılmalıdır kanaati vardı, bundan dolayı dönemin valisi surlardan bir taş söküp getiren herkese para vererek yıkmaya teşvik ettiği rivayeti vardır. Aynı zamanda başka bir dönem olan 1950’lerde Diyarbakır belediye başkanı Nuri ONUR tarafından kendi mülkü (tek kapı karşısındaki apartman) değer kazansın diye şu an tek kapı olarak anılıp kullanılan surların bu bölümünü yıkıp mevcut geçidi açmıştır. 

Şu an da da benzer anlayışlarla surlara yaklaşıldığı görülmektedir. Yani tarih bir kez daha tekerrür etmiştir.

Tüm bu anlatılardan da görülüyor ki tarih kültürel değerlere yaklaşımı daima not etmiştir. Eğer ki tarihe değerli bir iz bırakmak istiyorsak kültürel tarihi değerlerimizi korumamız gerekmektedir. 

Bu değerler bir kurumun veya bazı kişilerin korunmasına bırakılacak kadar önemsiz değillerdir. 

Bundandır ki tüm kenti surlara sahip çıkmaya çağırıyoruz.    


TMMOB AMED İL KOORDİNASYON KURULU